Objective: Acceptable preoperative psychosocial indicators of weight loss after obesity surgery in morbidly obese(MO) patients are still unknown. In this study, the association between personality traits, multidimensional perceived social support, and the percentage of excess weight loss (EWL) following obesity surgery was researched in MO patients. -/- Methods: Participants in this prospective study were recruited from MO patients who applied to the hospital’s obesity unit between July 2021 and June 2022. The study comprised 84 MO individuals. The Temperament and Personality (...) Inventory (TCI) was used to evaluate the personality traits of the MO. Perceived social support was measured using the multidimensional perceived social support scale. The percentage of weight loss after obesity surgery was compared with personality traits and perceived social support scores. Results: The mean age of the patients who were MO was 36.7 ±8.7 years. There were 22 men (25.3%) and 62 women (74.7%). The mean preoperative BMI was 46.2 ±63. The perceived social support score was 68.0±16.4. A univariate analysis found a positive relationship between 6 months and one year’s EWL and Self-Transcendence, a TCI subcategory (p=0.011,p=0.023). -/- Conclusion: Obesity treatment is a complex situation that requires a multidisciplinary approach. Given the potential physiological and psychological consequences of obesity surgery, it is critical to uncover psychological predictive factors such as personality traits that boost the success of obesity surgery and are connected with weight loss. As a result, knowing the individuals who self-transcendence before obesity surgery may be useful in predicting the success of obesity surgery and planning treatment. This requires large-scale research. (shrink)

Abstract: The analytical, comparative cross-sectional study was conducted to assess the thyroid profiles and modified lipid profiles levels among Sudanese patients with coronary heart disease performed on forty-one patients with coronary heart disease as test group collected from Sudan Heart Center, Al rebat teaching hospital and Al mawada hospital in Khartoum state, during the period between November 2017 and May 2018. Furthermore, the test group compared with forty-one apparently healthy volunteers as control group was selected with the same inclusion criteria. (...) Spectrophotometeric methods were used for measurement of lipid profile. Thyroid hormones (T3 &T4) and thyroid stimulating hormone were measured by using Sandwich Enzyme-Linked Immunosorbent Assay (ELISA). Moreover, statistical package for social science (SPSS version 23) computer software was used for data analysis. The study clearly demonstrated that there was statistically significant decrease in T3, and significant increase in T4 levels in test group compared to control with (P. value 0.047) for T3, and (P. value 0.002) for T4.Nonetheless, the result of this study indicated a significant elevation in mean of total cholesterol, low density lipoprotein-cholesterol levels and significant decrease in high density lipoprotein –cholesterol in test group compared to control (P.value 0.000). In conclusion Coronary heart diseases patients have significantly low Triiodothyronine, elevated Thyroxin, and normal Thyroid Stimulating Hormone levels, with significantly higher Total Cholesterol, Low Density Lipoprotein-Cholesterol concentrations, and lower HighDensity Lipoprotein-Cholesterol concentrations. (shrink)

Most readings of Tayib Salih’s Season of Migration to the North have focused on Mustafa Saeed and the nameless narrator, both male characters, and they have largely avoided a politically radical reading of the novel. This article attempts to present the female character, Hosna, as the revolutionary par excellence, following Lacan and Slavoj Žižek’s reading of Antigone. Th rough Žižek’s distinction between the act and action, this article argues that Hosna’s deed at the end of the novel, murder and (...) suicide, is not just an action out of hopelessness but rather an act that aims to make a new social order possible. We will try to connect Žižek’s distinction between act and action to Benjamin’s distinction between divine violence and mythic violence and Lacan’s idea of “Th ing-directed desire” (Marc De Kesel 245). By doing so, this article aims to put the extreme violence of Hosna in a new light and argues against the readings that simply ignore her act as an extreme form of violence and fail to see it in a broader framework of philosophical and sociological understanding. (shrink)

There is a quotation in the Holly Quran from the book of Psalms in 21:105: “The righteous shall inherit the earth”. A similar sentence can be found in Psalm37:29: צַדִּיקִים יִֽירְשׁוּ־אָרֶץ וְיִשְׁכְּנוּ לָעַד עָלֶֽיהָ. A comparison between these verses would illustrate that “صالح” is the Quranic equivalent of the Hebrew word “צַדִּיקִ”. This equivalence would allow us to compare usages of “صالح” in Quran and “צַדִּיקִ” in the book of Psalms. This comparative study will show that: (a) on the one (...) hand, “צַדִּיקִ” has been used in Psalms either as an attribute of God or as a description of some peoples and on the other, “صالح” has been used in Quran for describing either some peoples or their acts, (b) These two words have similar usages in Psalms and Quran to the extent that they have been used for the description of some peoples and (c) the Quranopsalmic use of this notion can be linked with the concept of “divine selection(istifā)”. (shrink)

21. yüzyılın üçüncü on yılının şafağında, insanlığın varlığı son derece tehlikeli hale geldi. Ormanlarımızı kesiyor, tatlı su akiferlerimizi tüketiyor ve hayati önem taşıyan topraklarımızı kaybediyoruz. Okyanuslarımızdaki yaşamı sıyırıp yerine yüz milyonlarca ton plastik atık koyuyoruz. Çevremizi toksik endüstriyel kimyasallarla dolduruyoruz. Kirliliğimiz, kıtalardaki yaşamın dokusunu parçalayan ısı dalgalarına, kuraklıklara ve vahşi yangınlara neden olan iklim değişikliğini tetikliyor. Ve dünyaya yeni nesiller getiriyoruz, onurlu bir varoluşun kaynaklarına erişmeye ihtiyaç duyan milyonlarca insan. Hayata yönelik tehditlerin kapsamı ve genişliği her geçen gün artmaktadır. Bu (...) sürdürülebilir bir kalkınma şekli değildir. -/- Hastalıklarımızın temel nedeni, yanlış bir düşünce tarzından kaynaklanır. Bu tam olarak ne anlama geliyor? bu, ruhsal doğamızı inkar ederken kendimizi esas olarak maddi varlıklar olarak düşündüğümüz anlamına gelir. Maddi varlıklar olarak var olduğumuzu ve başka bir şey olmadığını düşündüğümüz için öncelikle bedenlerimizi zararlardan korumaya ve maddi varlığımızı sürdürmeye önem veririz. Manevi doğamız, eğer hiç düşünülürse, fiziksel varlığımızın ikincil bir yönü olarak ele alınır - ciddiye alınmaması gereken bir şey. Bizim için önemli olan tek şey maddi dünyada ortaya çıkan fenomenlerdir - görülebilen, duyulabilen, dokunulabilen veya ölçülebilen şeyler, ancak duyularımızın bizi aldattığını biliyoruz, duyular beynin bir yapısıdır. . Gerçek bir dünya olarak kabul ettiğimiz şey bir yanılsamadır. Pozitivist ve materyalist düşüncenin tahakkümü mantıksızlığa ve yıkıma yol açar. -/- Peki bu yaklaşım bizi nereye götürdü? Bize bir mutluluk ve tatmin duygusu getirdi mi? Her günü neşeli bir işbirliği ruhu içinde, parlak umutlar ve mutlu beklentilerle dolu kalplerimizle yaşamak yerine, kendimizi diğerlerinden soyutladık ve onları rakip veya düşman olarak gördük. Düşüncelerimiz, sonsuz bir savaş, yoksulluk, açlık ve çevresel yıkım döngüsüne yol açan şüphe, korku ve açgözlülükle dolu. Yakında uyanmadıkça ve ruhsal doğamıza dikkat etmedikçe, Dünya'da insanlık için bir gelecek olmayacak. -/- Kelimeler hayattır. Kelimeler hafiftir. Kelimeler güçtür. Kelimeler enerjidir. Sözler gerçektir. Kelimeler canlandırabilir ve kelimeler de öldürebilir. Kelimeler umut verebilir veya bizi umutsuzluğa sürükleyebilir. İnsanlar barışı inşa etmek için kelimeleri, savaşmak için kelimeleri kullanırlar. Kelimeler kültürler, dinler ve milletler arasında duvarlar oluşturabilir. Ve kelimeler de köprüler kurabilir. Bir bireyin, bir ailenin, bir topluluğun, bir ülkenin ve gezegenimizin varlığı, konuştuğumuz kelimelerin gücüyle iyiye veya kötüye yönlendirilmektedir. Konuştuğumuz kelimeler bu dünyada olan her şeyden sorumludur. Bu nedenle, konuştuğumuz kelimelerden sorumlu olmalıyız. Gelecek nesiller adına, umarım her birimiz sadece parlak, ışık dolu sözler söylemek için elimizden gelen her şeyi yaparız, böylece bir gün torunlarımız ışıkla dolu bir dünyaya doğar. Kaybedecek vakit yok. Bu andan itibaren, umarım hepimiz kullandığımız kelimelere yakından bakar ve onları parlaklık ile doldurmak için sürekli çaba gösteririz. -/- Kimse bizim için hayatımızı değiştiremez. Kimse bizim için dünyayı değiştirmeyecek. Her birimizin, konuştuğumuz her kelimenin serbest bıraktığı olağanüstü, yaratıcı gücü tanımasının ve bilinçli olarak sadece şükran, teşvik ve iyi niyetle dolu kelimeleri konuşmanın zamanı geldi. Bu andan itibaren, kendimiz ve başkaları için sevgi ve bağışlama ile rezonansa giren kelimeleri seçelim. Sadece bir adım ileri gidersek bunu kesinlikle yapabiliriz. Her seferinde bir adım, her seferinde bir kelime, bilincimizdeki trajedi ve izolasyon tohumlarını söküp onları mutluluk ve uzlaşma dalgalarına dönüştürebiliriz. Kendimiz, Toprak Ana ve gelecek nesiller adına, insanlığın Dünya üzerindeki olumlu evrimine katkıda bulunan kelimeleri kullanalım. (shrink)